Yusuf Yağlı
Bilindiği üzere İran’ın kendi imkanlarıyla nükleer enerji elde etme ve kullanma hususundaki ısrarı ile ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin bunu önleme çabası gündemdeki yerini koruyor. Aslında ilginç olan İran’ın nükleer programa 1950’lerde ABD’nin desteğiyle başlamış olmasıdır.[1] Ancak 1979’da gerçekleşen İslam İnkılabı ve İslam Cumhuriyeti doktriniyle yepyeni bir yüze kavuşan İran, bu tarihten sonra ABD’nin ağır yaptırımlarına maruz kaldı ve her türlü devlet aktivitesi provoke edilip engellenerek “düşman ülke” kategorisine alındı.
Şu anda dünya genelinde 30’dan fazla ülkede nükleer enerji programı çeşitli varyasyonlarla aktif olarak devam etmektedir.[2] Hal böyleyken İran’ın bu alanda aktif olmasının önüne koyulan engeller, meselenin yalnızca siyasi yahut uluslararası anlaşmalar olmadığını göstermektedir. Meselenin temelinde yatan gerçek ilk bakışta İran’ın sahip olduğu dünya görüşü ve bir diğer ifadeyle ideolojik perspektiftir, diyebiliriz.
İran, nükleer enerji programının barışçıl, insani ve teknolojik gelişim amaçlı olduğunu söylese de[3] bu söylem, Batı tarafından hiçbir surette kabul görmüyor. Zira Batı’nın kaygısı İran’ın nükleer enerji ile birlikte aslında nükleer silah elde etmek istediği yönünde. Bu da yirmi yılı aşkındır süren ve hem siyasi hem ekonomik hem de jeopolitik olarak İran’ı yalnızlaştırma politikasının sürekli olarak dünya gündeminde kalmasına sebep oluyor.
İran Gerçekten Nükleer Enerji Programı İle Nükleer Silaha Mı Erişmek İstiyor?
Bu sorunun cevabına ulaşmak için meseleye yalnızca siyaset ve bir devlet olarak İran’ı analiz etmek yeterli olmayacak ve aksine konu objektif bir bakış açısından çıkıp taraflı bir yaklaşıma yani ABD ve Batı’nın istediği alanda konuşmaya dönüşecektir. Zira İran’ın diğer ülkelerden farklı olarak Velayet-i Fakih sistemine[4] dayalı devlet yapısı ve İslam Cumhuriyeti olgusu ile bu nizamın bağlı olduğu İslami ilkelere temas etmeyen, bunları değerlendirmeye almayan her analiz nihayetinde Batılı ağızların sesine dönüşecektir. Bu nedenle nükleer enerji üzerinden nükleer silah üretimi ve kullanımı için İslam fıkhının (Şiilik inancı temelleriyle) bu konuya yaklaşımını incelemek ve analiz etmek gerekir. Çünkü Veliyy-i Fakih’in ve aslında tüm içtihat mercilerinin söylemleri/fetvaları hem birey hem toplum hem de devlet açısından bağlayıcıdır ve aynı zamanda bireyi ve toplumu ilgilendiren ekonomik, askeri, siyasi, kültürel meselelerde de geçerlidir.[5]
Şia Fıkhında Nükleer Silah Meselesine Yaklaşım
İslam-Şii fıkhı açısından herhangi bir şeyin üretimi, tüketimi, alım-satımı, kullanımı fıkhi ve akılcı bir dayanağa ihtiyaç duyar. Nükleer silah, bir diğer adıyla kitle imha silahları meselesi de bunlardan biridir. Şia fıkhında mesele yasak ve cevaz olmak üzere iki yönlü olarak ele alınmıştır. Buna binaen konuyu böyle bir silahın üretiminin yasak olduğuna işaret eden deliller, böyle bir silahın üretimine meşruiyet kazandıran deliller ve son olarak da meşruiyete işaret eden delillere sunulan cevaplar olmak üzere üç bölümde inceleyeceğiz.
Kitle İmha Silahlarının Üretilmesi ve Kullanılmasının Yasak Olduğuna Dair Fıkhî Deliller
Savaşta kitle imha silahlarının kullanılması konusunda şunu söylemek gerekir: İslami delillere göre, bir silahın kullanılmasının hürmeti veya meşruiyetinin ölçüsü, onun nükleer veya kimyasal olması değil, bu silahın masum insanları öldürmede kontrol edilebilirliğidir. Bu açıdan bakıldığında kutsal metin Kur’an’ı Kerim’de yer alan sarih ayetler gayet açıklayıcı, sınırlayıcı ve bağlayıcıdır. Örneğin:
“O, iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.”[6]
Kur’an’da yer alan bu ayet toplu ve haksız yere katliamların kabul edilemez olduğunu ve bunu yapanların “bozguncu” olduğunu anlatır. Kitle imha silahları da bu minvalde bir örnek olduğu için fıkıh açısından üretimi, kullanımı, depolanması yasaktır.
Bir diğer örnek ise şu ayettir:
“Haksız yere Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Kim mazlum olarak öldürülürse onun velisine yetki vermişizdir; o da öldürmede ölçüyü aşmasın. Çünkü o, gerçekten yardım görmüştür.”[7]
Burada ise 2 ana noktaya işaret edilmiştir: Haksızlık ve öldürmede israf. Kitle imha silahının kullanılması durumunda iki düşman ülkenin askeri ve nizami savaşı başka bir boyut kazanarak sivillerin ve masum halkın ölümlerini de peşi sıra getirir. Bu ise hem haksız ölümlerin hem de öldürmede israfın ortaya çıkmasına neden olur.[8] İşte bu sebeple nükleer silah, bir diğer ifadeyle kitle imha silahları üretilemez ve kullanılamaz.
Yine “Allah esenlik yurduna çağırır”[9], “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adil olun”[10] gibi ayetler, İslam hükümetlerinin veya ordularının her daim barışa davet eden, kendine yapılan saldırı, baskı, adaletsizlik gibi durumlarda dahi adaletli davranmaya ve haddi aşmamaya çağıran ayetlerdir.
Kur’an’dan naklettiğimiz ayetlere ek olarak İslam Peygamberi’nden nakledilen ve “Allah Resulü, düşman topraklarına zehir saçmaktan men etti”[11], “Kendileriyle savaşanlardan başka kimseyle savaşmasınlar”[12] vb. rivayetler de kitle imha silahlarının üretim ve kullanımının yasak olduğunu ispat eden delillerdendir.
Kitle İmha Silahlarının Üretilmesi Ve Kullanılmasının Meşru Olduğuna Dair Fıkhî Deliller
Kitle imha silahlarının üretilmesi ve kullanılmasını yasak sayan bu görüşün aksini savunanlara göre, kitle imha silahlarının üretimine meşruiyet kazandırdığı iddia edilen birtakım deliller de mevcuttur. Örneğin:
“Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.”[13]
Nükleer silah ve kitle imha silahının meşru olduğuna inanan düşünürler bu ayete isnat ederler. Zira ayetin Müslümanların savunma amaçlı bu tür silahlar edinebileceğini, düşmanın saldırı şekli ve türüne karşın misliyle karşılık verebileceklerini ifade ettiğine inanırlar. Bu savaş ister zamansal ister mekânsal olarak istisna gözetmeksizin Müslümanların düşmana karşı koyma ve yurtlarından ihraç etme gibi öncüllere sahip olduğunu gösterir.[14]
Bir diğer ayet ise şudur:
“Ey iman edenler, inkâr edenlerden size en yakın olanlarla savaşın; sizde ‘bir güç ve caydırıcılık’ görsünler.”[15]
Bu ayeti delil olarak göstermelerinin sebebi ise Müslümanların düşmana karşı sert ve katı görünmeleri ve aynı zamanda caydırıcı güce sahip olmaları gerektiğini belirtmesidir. Nükleer silahın da günümüzde en büyük caydırıcı güçlerden biri olduğu göz önüne alındığında böylesi bir silahın üretimi savunma, caydırıcı olma, güç gösterme gibi açılardan meşrudur.[16]
Nükleer silah ediniminin meşru olduğu iddiasına dair üçüncü önemli delil ise “Onlara karşı, gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın”[17] ayetidir. Bu ayet çerçevesinde meseleyi ele alanlar Müslümanların her türlü askeri-nizami hazırlık ve donanmaya sahip olması gerektiğini ve böylece düşmanın bu güç ve hazırlıktan çekineceğini iddia ederler.[18]
Nükleer silah ve kitle imha silahlarına ruhsat verdiğine inanılan bir diğer önemli delil ise İmam Sadık’tan nakledilen ve “Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olmasına rağmen düşmanın kalesine mancınıkla ateş göndermek veya su baskını sağlamak caiz midir?” sorusuna karşın “Evet caizdir” dediği rivayettir.[19] Bu rivayeti delil getirenlere göre Müslümanlar düşman kalesine, yurduna, bölgesine orada sivilleri etkileyecek ve belki de öldürecek şiddette saldırı düzenleyebilir ve bu saldırıda kitle imha silahları da dahil her türlü silahı kullanılabilir.
Nükleer Silahın Meşruiyetine Dair Sunulan Delillere Cevaplar
Bakara Suresi 191. ayette anlatılan, düşmana karşı misliyle karşılık vermeye ve her tür ve şekilde onları yenmeye ve hatta yurtlarından çıkarmaya işaret eden açıklama kayıtsız ve şartsız değildir. Zira bu söylem, saldırganlığın kendisine isnat edildiği kişiye karşı misilleme yapmanın caiz olduğunu, onun ailesine, çevresine ve tüm toplumu kapsayacak şekilde misilleme yapmanın caiz olmadığını ileri sürmektedir. Dolayısıyla sivilleri de hedef alan kitle imha silahlarının kullanılması bu ayetle meşru gösterilemez.
Meşruiyetin ispatı için kullanılan ve “Onlara karşı, gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın” ve “Ey iman edenler, inkâr edenlerden size en yakın olanlarla savaşın; sizde ‘bir güç ve caydırıcılık’ görsünler” ayetleri için ise şu iki hususa dikkat etmek gerekir:
1- Birinci ayet, sadece tedbir ve korkutma ifadesi olarak kullanılmış olup, kullanım için hiçbir anlam ifade etmemektedir.
2- Ayetin kullanımı ifade ettiğini kabul etsek bile, ayetin anlamı (وَ أَعِدُّوا لَهُم) olduğundan, kuvvetin sayısı ve şekli orduyla sınırlıdır ve nizami, askeri olmayan kimseleri yani sivilleri kapsamaz.
3- İkinci ayet ise Müslümanlarla açık savaşa giren düşmanın yine askeri yönüne işaret eder ve sivilleri kapsamaz.
4- Caydırıcılık ise yalnızca nükleer silah ile değildir. Müslüman ülkenin envanterinde bulunan diğer teçhizat ve askeri kapasite de bir tür caydırıcı güçtür. Bu güç var olduğu müddetçe bir kitleyi, toplumu, sivilleri yok eden, tabiatı ve diğer canlıları tahrip eden bir silah üretilemez ve kullanılamaz.
Son olarak İmam Sadık’tan nakledilen rivayet için ki “Düşman yurdunda kadınların, çocukların, yaşlıların olduğunu bilerek oraya mancınıkla saldırmak, su baskınları düzenlemek, yiyecek ve içecekleri zehirlemek” minvalindeki hadis için ise fakihler, bu rivayetin “sivilleri terörize etmek-onları kalkan olarak kullanmak” ile ilgili olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla bu rivayet, düşmana karşı fetih, galip gelme ve zafer kazanmanın ancak ve ancak bu tür saldırılara bağlı olduğu, diğer yandan sivillerin düşman tarafından canlı kalkan olarak kullanıldığı bir duruma yani çok istisnai, zorunlu ve anlık-geçici bir kullanıma işaret etmektedir.
Bir çatışma durumunda, yenilgi ya da nükleer bombanın kullanımı ikilemiyle karşı karşıya kalırız; Ya başarısızlığın ve yenilginin utancına katlanılacak ki bu durumda İslam’ın ve Müslümanların varlığı tehlikeye girecektir, ya da kitle imha silahlarını kullanmanın utancından vazgeçilecektir. Bu durumda hükümet tarafından nükleer silah kullanılmasının önünde bir engel kalmayacaktır. Çatışma durumunda uygunluğun belirlenmesi, askeri ve sivil yetenekler hakkında çok yüksek düzeyde bilgi gerektirir.
Düşmanın Hali Hazırda Bu Silaha Sahip Olması ve Buna Karşı Önlem
1- Ülkenin caydırıcılık düzeyi kabul edilebilir ve güven verici ise ve nükleer silahların varlığı füze caydırıcılığı gibi hâlihazırda var olan caydırıcılığa ek olarak önemli bir caydırıcılık sağlıyorsa, nükleer silah üretiminin dini ve aklî gerekçesi bulunmamaktadır.
2- Savaşlarda çocukların, kadınların ve yaşlı kadın ve erkeklerin öldürülmesinin yasak olması esasına göre, savaşta sivillerin öldürülmesinin de yasak olduğu birinci ve temel kuraldır. Saldırı ayetine, kuvvet hazırlamaya ve rivayete dayalı deliller ise sivillerin öldürülmemesi kuralıyla çatışmaz. Ancak çatışma çıkması ve Müslümanların can ve mal güvenliğinin yalnızca kitle imha silahlarının kullanımına bağlı olması durumu hariç… Dolayısıyla böyle bir silahın kullanılması ancak bir durumda caiz olur; o da düşmanın fethi ve yenilgisi ancak bu silaha bağlı isedir.[20]
Yukarıda Belirtilenler Göz Önüne Alındığında Caydırıcılık Koşullarını Belirleme Yetkisi Kimdedir?
Görüldüğü üzere, nükleer silah üretme ve kullanma ruhsatı, belirli ve özel durumlarla sınırlı olup, söz konusu şartların tespiti, ülkenin askeri ve sivil durumunun iyi anlaşılmasına, risklerin boyutunun bilinmesine, düşmanın araç ve kabiliyetlerinin bilinmesine, bu tür silahların üretilmesi ve kullanılmasının siyasal etki ve işlevlerinin iyi bilinmesine bağlıdır. Bir başka ifadeyle, nükleer silah üretme ve kullanma iznine dair bir fetva, ülkenin iç ve dış durumunun çok iyi anlaşılmasını gerektirir ve sadece izin üzerine fetva vermek mümkün değildir ve bu konuda âlimler arasında görüş ayrılığının sebebi de budur. Bazı fakihlere göre nükleer silahların varlığı günümüz koşullarında caydırıcılık açısından faydalı olmayıp, üretimi de caiz değildir. Bazı fakihlere göre bu silahın varlığı faydalıdır ve bu sebeple üretimi caizdir. Hukuki anlamda bu tartışmadaki uyuşmazlık önemsizdir. Bu durumda, konunun askeri ve diğer sahalardaki uzmanlarının görüşlerine vakıf olan Veliyy-i Fakih’in, konvansiyonel savunma kabiliyetlerinin yeterli olup olmadığına veya tam caydırıcılık sağlayıp sağlamadığına dair kanaati meselenin kilit noktasını oluşturmaktadır. Veliyy-i Fakih ülkenin imkânlarının caydırıcılık dengesini sağladığını düşünüyorsa kitle imha silahlarının üretim ve kullanımına izin vermeyecektir. Aksi halde, ülkenin kapasitesi halkını koruma noktasında yetersiz ise ve bu yetersizlik ancak ve ancak kitle imha silahlarının sağlayacağı caydırıcılık yoluyla ortadan kaldırılabilecekse bu tür silahların üretimi ve bulundurulması zaman, mekana ve ihtiyacın boyutuna bağlı olarak meşru olacaktır.
İran dini lideri Hamanei’nin nükleer silah üretimini yasaklayan fetvasının, ülkede füze doktrini yoluyla caydırıcılığın yeterliliği konusuna değinmesi muhtemeldir. Bu, nükleer silahların mevcut caydırıcılığa ek özel bir caydırıcılık sağlamadığı, dolayısıyla üretimine gerek olmadığı ve üretiminin Müslüman malının israfı olduğu anlamına gelir. Ayrıca ülkenin askeri ve sivil yeteneklerine rağmen savunması bu tür silahlara bağımlı değildir.
Sonuç olarak, İran İslam Cumhuriyeti açısından kitle imha silahlarının üretiminin ve kullanılmasının şu an için dini bir gerekçesi yoktur. Ancak bugünkü şartlar değişir ve İran ülkesini, halkını ve devletini korumak için nükleer silah üretimi bir zaruret halini alırsa mevcut fıkhi hüküm de değişecektir.[21]
Kitle İmha Silahlarının Üretimi İle Kullanımı Arasında Hukuki Bir Fark Var Mıdır?
Nükleer silahın kullanılmasına izin veriliyorsa, şüphesiz ki bunun üretilmesine ve depolanmasına da izin verilecektir. Nükleer silahların kullanımı yasaklanmışsa ve ülkeye yeterli caydırıcılık sağlayan konvansiyonel silahlar mevcutsa, kullanılmasına izin verilmeyen ve düşmana karşı özel bir caydırıcılık etkisi olmayan bir silah üretmek ülke kaynaklarının israfı anlamına gelir. Ancak böyle bir silahın varlığı, ülkenin mevcut askerî ve sivil imkânları ile düşmanın teçhizatı göz önüne alındığında önemli bir caydırıcılık oluşturuyorsa, “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar hazırlık yapın” ayetinin hükmü gereğince, üretimi dinen caizdir. Bunun önündeki tek engel ise ülkenin uluslararası yükümlülükleridir.[22]
Sonuç
Kitle imha silahları çatışmayı askeri taraflardan çıkarıp sivillere yönelttiği ve zarar vermede hedef gözetmediği için üretimi ve kullanımı uluslararası düzeyde yasak olan mühimmatı ifade etmektedir. Nükleer silah bunların en tehlikelisidir. İslam hukuku savaş halinde dahi çatışmanın askeri taraflarının dışındakilerin korunmasını istemektedir. Buna binaen İslam hukukçuları kitle imha silahlarını kural olarak caiz görmezler. Bu kuralın istisnası ise İslam ülkesinin, halkının ve devletinin varlığının bu tür bir silahla sağlanabilecek caydırıcılık dengesine bağlı olması durumudur. Buna karar verecek olansa devletin en yüksek dereceli idarecisidir. İran İslam Cumhuriyeti Velayet-i Fakih düşüncesine dayalı bir nizam olduğundan, kitle imha silahlarının üretimi ve kullanımına dair nihai kararı verecek olan kişi devletin en üst dereceli yöneticisi olan Veliyy-i fakih’tir. Bugün itibariyle Veliyy-i Fakih unvanını haiz Ayetullah Seyyid Ali Hamenei nükleer silahlar dahil olmak üzere kitle imha silahlarının üretim ve kullanımının caiz olmadığını söylemekte, bu yönde fetva vermektedir. Ülkenin savunma ihtiyaçları ve doktrini değişmediği müddetçe bu fetvanın geçerli olacağı anlaşılmaktadır.
[1] https://en-m-wikipedia-org.translate.goog/wiki/Nuclear_program_of_Iran?_x_tr_sl=en&_x_tr_tl=tr&_x_tr_hl=tr&_x_tr_pto=tc
[2] https://www.enerjiatlasi.com/ulkelere-gore-nukleer-enerji.html
[3] https://bit.ly/3Fgip9z
[4] https://bit.ly/43b9aR9
[5] https://fa.wikifeqh.ir/%D9%86%D9%82%D8%B4_%D8%A7%D8%AC%D8%AA%D9%87%D8%A7%D8%AF
[6] Bakara, 205
[7] İsra, 33
[8] Öldürmede israf, bir kimse birisini öldürürse, intikam için sadece o kişiyi öldürmekle yetinmesi ve onun ailesine ve kabilesine tecavüz etmemesidir.
[9] Yunus, 25
[10] Maide, 8
[11] Kuleyni, el-Kafi, 28/5
[12] Meclisi, Biharu’l Envar, 21/105
[13] Bakara, 191
[14] İbn İdris Hilli, es-Serairu’l Havi, 2/215
[15] Tövbe, 123
[16] İbn İdris Hilli, es-Serairu’l Havi, 2/19; Şeyh Tusi, En-Nihaye, 2/299, Daru’l Kutubi-l Arabi
[17] Enfal, 60
[18] Kaşani, Ceng ya Fermanhay-i Nizami der İslam, Defter-i İntişarat-i İslami, 268
[19] Hurr-i Amili, Tefsil-u Vesaili-ş Şia, Muesseset-u Alu’l Beyt, 15/59; Kuleyni, Furuğ-i Kafi, Daru-l Kutubi-i İslamiye, 5/29 ve 31
[20] https://bit.ly/3FpMnYI
[21] https://bit.ly/3FpMnYI
[22] https://bit.ly/3FpMnYI